Osmanlı’nın Rumeli’deki ilk topraklarını
kapsayan Batı Trakya, bugünkü Yunanistan idaresi altında olan
sırasıyla; Dedeağaç, Gümülcine ve İskeçe şehirlerinden oluşuyor.
Musul ve Kerkük gibi Misak-ı Milli sınırları içinde yer alan
dolayısıyla kayıp toprak olan Batı Trakya, doğuda Meriç ile
Türkiye’den, batıda Karasu Nehri ile Makedonya’dan, kuzeyde
Rodop Dağları’yla Bulgaristan’dan ayrılıyor. Güneydeyse Ege
Denizi’yle çevreleniyor.
Osmanlı’nın Rumeli’deki ilk toprakları dedim… 1361- 1913 yılları
arasında yaklaşık 550 yıl Osmanlı Devleti’nin idaresinde kaldı
bu şirin topraklar. Hatta Ferecik ve Dimetoka’dan başlatırsak
1358 yılından itibaren… Yani İstanbul’dan bir asır önce Osmanlı
toprağı oldu… 1913 yılında da (Türkiye Cumhuriyeti’nden 10 yıl
önce) ilk Türk Cumhuriyeti, “Batı Trakya Türk Cumhuriyeti”
adıyla burada kuruldu. Ne yazık ki Balkanlar’daki kargaşa ve
savaş şartları yüzünden uzun ömürlü olamadı ve 1920 yılında ‘90
yıllık devlet’ Yunanistan tarafından işgal edildi. Lozan
anlaşmasıyla da azınlık statüsüyle Yunanistan’a terk edildi...
Batı Trakya’nın ortasındaki şehir Gümülcine’nin tam göbeğinde
Osmanlı mimarisiyle yapılmış dükkân ve evlerin bulunduğu eski
çarşı yer alıyor. Çarşının da tam ortasında sanki buranın Türk
olduğunu haykırırcasına Yeni Cami yükseliyor… Hemen yanında
‘saat kulelerinin sultanı’ 2. Abdülhamit’in (Abdülhamit Han,
dakikliğiyle bilinen ve saati elinden düşürmeyen bir Osmanlı
sultanıydı. Saltanatı boyunca Osmanlı hinterlandındaki neredeyse
her şehre bir saat kulesi diktirdiği bilinir) 1884 yılında
diktirdiği ve günümüzde Gümülcine’nin sembolü olan saat kulesi
de ona eşlik ediyor…
Gümülcine nin tarihi
Gümülcine’nin eski adları Phoros ve
Helenistik çağda Porsulae, Komotene, Gümürjina idi. (R.44 ve 45)
Bizanslıların elinde iken Kumutoksinon adını taşıyan bu şehir,
Evliya Çelebi’ye göre ‘Yahudi bânisi Gümliçin’in adına izafe
edilerek Gümülcine’ ismini aldığı gibi, ikinci bir görüş olarak
da şu iddia ortaya atılmaktadır: ’Yunan hekimlerinden Bilkos,
cüzzam hastalığına tutulan kızı Rumçine’yi bu şehre göndermişti.
Gümülcine’nin havası ve suyu, kızın hastalığını iyileştirmiş ve
Rumçine de bu şehri imar etmiştir’ ki, Yunanlılar bu şehre
Rumçine adını vermişlerdi. Osmanlı Türk yönetiminde Gümülcine
olarak adlandırılmıştır. 1920 ‘de Yunan yönetimine geçtikten
sonra 1925 yılına kadar Gumurjina olarak devam etmiş, daha
sonraki yıllarda Komotini adını almıştır.
Ayrıca eski Trak boylarından Ordyslerin kurduğu eski bir kent
olan Gümülcine, M.Ö. 5.yüzyılda Perslerin (İranlıların)
istilâsına uğramış, yine M.Ö. 4.yüzyılda Makodanya Kralı II.Philip’in
eline geçmişti. M.Ö. 280’de Galat saldırısına yıkıldı ve M.Ö.
168 yılında Makedonya Krallığının Roma’ya katılması üzerine bu
imparatorluğa bağlandı. Daha sonra Roma İmparatorluğu’nun Doğu
ve Batı diye ikiye bölünmesi üzerine (M.S. 395) Komarhia adıyla
Bizans’ın payına düştü. Roma ve Bizans egemenlikleri boyunca
buraya hep Komarhia denmişti. Komarhia, Roma ve Bizans
dönemlerinde ‘ Köylerin Gözetim Merkezi’ anlamına gelirmiş.
Gümülcine’nin Osmanlılar tarafından Fethi, Rumeli fütuhatının
ilk aşamalarında gerçekleşti. Sultan I.Murat Lala Şahin Paşa’yı
Rumeli Beylerbeyliğine atayarak İpsala’nın fethini buyurdu.
Ardından, Evrenos Bey komutasındaki akıncı birlikler, ilkin
Dimetoka’yı sonra Gümülcine’yi 1361 yılında Osmanlı topraklarına
kattılar. Ancak aynı yıl alınan öteki kasaba ve kalelerin elden
çıkması üzerine uç merkezi İpsala’dan Gümülcine’ye taşındı ve
Rumeli’de batıya yönelik akınlar buradan yönetilmeye başlandı.
Ferecik, Drama ve Kavala’yı alan Türk kuvvetleri, 1382’de
Serez’i de fethedince, uç merkezi Gümülcine’den Serez’e
kaydırıldı. Böylece Gümülcine, ünlü komutan Evrenos Bey’in 21
yıl kadar uç merkezliğini yaptı. İşte bu esnada Gazi Bey burada
kendi adıyla anılan bir imaret ve cami (Gazi Evrenos Bey Camii)
ile bir de hamam inşa ettirdi.
GÜMÜLCİNE’DE KALE
Gümülcine içinde eski bir kalenin var
olduğunu Gümülcineliler bilmektedir. Bu kalenin içinde II.Cihan
Savaşından önce Yahudiler oturmakta idiler. Bir de havraları
vardı. 1310 tarihli Edirne Salnamesi’nde bildirildiğine göre, bu
kalenin M.S. 380 yılında inşasına başlanmış ve inşa 385 yılında
tamamlanmıştır. Yan tarafta kapısı üstünde tuğladan örülmüş
harflerden anlaşıldığına göre, adı geçen kale, Epidosio
zamanında yapılmış veya onarılmıştır. Salname’deki metin aynen
şöyledir:
‘Gümülcine kasabası derununda bir eski kale ve bunun bir kapısı
bulunup arka cihetinden kale tefrik edilmiş ve fakat yine kale
duvariyle ihata olunmuş bir de Rum kilisesi vardır.Mezkur kale
derununda dairen madarhaneler inşasiyle Yahudiler meskûn
bulunmuşlardır.Bu kalenin 380 sene-i milâdiyesinde inşasına bed’
edilmiş ve 385 senesinde hitam bulduğu anlaşılıyor. Yan tarafta
kapısı üzerinde tuğladan örülmüş hurufattan istidlâl olduğuna
göre meskûr kale (Epidosiyos) zamanında yapılmış veya tamir
edilmiştir. Evliya Çelebi ise bu kale hakkında değişik bir teori
öne sürmektedir. Gümülcine Kalesini inşa eden Gümülcin adında
Çinli bir Yahudi imiş. Buraya gelmiş, buranın havasını beğenmiş.
Yaptığı kalenin çevresi yerleşim merkezi olunca da buraya
Gümülcin’den ‘Gümülcine’ denmiş.
imdilerde kale, durmaktadır. Harap bir görüntü arzeder. Yahudi
havrası da harap bir halde ayakta durmaktadır. Yahudi cemaatına
gelince, onlar 1943’te Hitler Almanya’sının emriyle sürgün
edilmişlerdir.
Gümülcine hangi tarihte alındı?
Osmanlı tarihçileri Gümülcine’nin tam
olarak hangi tarihte alındığına dair kesin bir bilgi
verememektedir. Bu kasabanın kimlerden alındığı da
bildirilmemektedir. Bütün Osmanlı kaynaklarında Gümülcine‘nin
alınışı, Edirne’nin alınışından sonra gösterilmektedir. Evliya
Çelebi, bu şehrin Evrenos Gazi tarafından 1372-73 senesinde Rum
keferesi ile Yahudi elinden alındığını belirler. Uzunçarşılı ise
bu tarihi 1361 olarak kabul etmekte ise de Salname’de 1365-66
(H.767) tarihi bildirilmektedir. Yine Osmanlı tarihine ait bütün
kaynaklarda birleşilen tek nokta Gümülcine fatihinin Evrenos Bey
olduğudur. Fakat yukarıda belirttiğimiz gibi Gümülcine’nin fetih
tarihi kesin olarak bilinmemekle beraber ilk kronikler, Sultan
Murad’ın Edirne’nin Fethinden sonra Bursa’ya geldiğini ve burada
kışladığını, Gümülcine’nin alınışından bundan sonraki dönemde
olduğunu belirtirler. Bu hususu göz önünde bulundurursak,
Gümülcine’nin alınış tarihini 1362-63 olarak kabul etmemiz
herhalde mümkündür.
Osmanlıların süratle Rumeli’de ilerlediklerini gören Bizans
hükümdarı V.Jean Paleolog Türkleri yerleştikleri bölgelerden
çıkaramayacağını anlayınca, kaybetmiş olduğu yerleri, gerek
kendi kuvvetleri ve gerekse Sıpr veya Bulgar kuvvetleriyle
birleşmek suretiyle yeniden zaptedeceğini taahhüt eder mahiyette
bir antlaşma yapmak zorunda kaldı.(1364) Rumeli’deki bu
faaliyetlerin sonunda Sultan Murad’ın Anadolu’ya geçmesi
üzerine, Filibe’yi Osmanlılara terk ederek, Sırp Krallığı’na
sığınan Filibe şehri Kumandanı, Türkleri Balkanlar’dan atabilmek
için Sırp Bulgarlarla müzakereye giriştiği esnada, Papa V
.Urban’ın teşviki ile hareket eden ve çoğunluğu Sırp olan bir
Haçlı ordusu 1364 tarihinde Sırp-Sındığı denilen mahalde Hacı İl
Bey komandasındaki 10.000 kişilik Türk ordusunun ani bir gece
baskını sonunda yok edildi. Buna rağmen Sırp ve Bulgar
kuvvetleri Türk topraklarına taarruza devam etti. Kral
Aleksandır, Kırkkilise, Pınarhisar, Vize ve Midya’yi alırken,
Sırplar da Serez ile birlikte Gümülcine’yi geri almaya muvaffak
oldu.
Bunun üzerine Türk akıncıları elden çıkan Gümülcine ile kıyı
boyundaki araziyi geri almak için akınlara başladılar.
Sırp-Sındığı savaşını izleyen kış günlerinde Evrenos Gazi
Gümülcine’ye girdi ve Serez’e kadar olan alanı işgal etti.
Ancak o kış Gümülcine hariç işgal edilen köy ve kasabalar tekrar
elden çıktı. Bunun üzerine 1371’de üç merkezi İpsala’dan
Gümülcine’ye kaydırıldı ve batıya yapılan harekâtlar bu
merkezden beslenmeye başladı.
Osmanlılar, Rumeli’deki Bizans hudutlarını aştıktan sonra
karşılarında devlet olarak Bulgarları buldu. Fakat Güney
Bulgaristan Bölgesi 1370-71’de Osmanlı topraklarına katılınca
Sırbistan, Türk devletine komşu oldu. Bu arada Sırbistan’da Kral
Uros’un 1367’de ölmesi üzerine bir buhran baş gösterdi. Kısa bir
süre sonra Sırbistan’ı Vukaşın ile Ulgaşe adlı kardeşler idare
etmeye başladı. Bu ikisi Bulgarlar ve Rumlarla birleşerek
Osmanlılar üzerine yürümek için harekete geçti. Ancak 25-26
Eylül 1371’de Çirmen’de yenilmeleri Osmanlı Türklerine
Gümülcine’yi tamamen ellerine geçirme fırsatı verdiği gibi Batı
Trakya ve Makedonya bölgesini de fethe açtı.
Önceleri bir uç beyliği olarak kurulan Osmanlı Devleti, artık
kuvvetlenmiş ve fütuhatını düzenli bir ordu ile yapmaya
başlamıştı. Nitekim Sırplara karşı kazanılan Çizmen Savaşı’ndan
sonra, Sultan Murat Karadeniz sahillerinde ilerlediği bir
sırada, Evrenos Bey ile Hayreddin Paşa, Batı Trakya sahillerine
hücuma geçti ve 1372-74 yılları arasında Ferecik’le başlayan
fütuhat İskeçe, Kavala, Drama, Zihne, Serez ve Karafere
kasabalarının alınması ile devam etti. Bu şekilde Batı Trakya’yı
ikinci defa ve kesin olarak Türk idaresine sokan bu fütuhatın
yılını, Osmanlı tarihçilerinden Aşıkpaşazade ve Oruç bin Adil de
1382 olarak belirtmiştir.
1382’de uç merkezi Serez’e kaydırılınca, Gümülcine 1385’te Paşa
sancağına bağlı bir kadılık durumuna getirildi. Fethi izleyen
yıllarda kent, uç durumundan çıktığından, olayların akışı
dışında kaldı. 15.Yüzyıl sonlarında Paşa sancağına bağlı bir
kaza merkezi olan Gümülcine’de, idareci olarak kadı, subaşı,
nakib-ül eşraf kaymakamı, sipahi, kethüda, yeniçeri serdarı,
muhtesip, haraç emini, çingene beyi vardır.
Bölgenin Türkleştirilmesi
Bölgenin Türkleştirilmesi nasıl ve ne zaman
gerçekleştirildi? Çeşitli tarih kaynaklarımızdan anlaşıldığına
göre Rumeli’ye geçirilen ve iskan edilen ilk kafilelerin Karesi
bölgesindeki konar-göçer Türkmen grupları ile yine konar göçer
Arap ailelerden oluştuğu bildirilmiştir. Anadolu Türklerinin
Rumeli’ye geçirilmesi belli dönemlerde olmamış ve geçişler zaman
zaman Trakya’nın fethinden çok önceki senelerde başlamış ve
sistemli bir şekilde yıllarca devam etmiştir. Osmanlı ümerası,
Rumeli’de fethettikleri yerleri sadece işgal ve oralara askeri
kuvvetler sevk etmekle kalmayıp, askeri harekâtlar sonucunda
buralara göçmen yerleştirerek bu bölgeleri tamamen kendilerine
başlayabilmek için teşkilatı ile de meşgul olmuşlardı.
I.Murat döneminde, Lala Şahin Paşa ve Evrenos Bey’in Kavala,
Drama, Serez ve Gümülcine taraflarını Osmanlı topraklarına ilhak
etmesini takip eden yıllarda Serez bölgesine Saruhan’da (Manisa
ve dolayları) bulunan konar-göçer Yürüklerin sürgün ile iskân
edildiklerini biliyoruz, ki bu göç hareketi 1365-74 yılları
arasında olmuştur. Türklerin külliyetli miktarda Rumeli’ye
geçirildiğini ve bir kısmının da Gümülcine ve civarlarında
iskâna tabi tutulduğunu Tahrir Defterlerindeki kayıtlardan
anlayabiliriz. Bu önemli kayıtlardan biri de, Edirne Muradiye
İmareti Vakıf kaynaklarında anılan köy adlarıdır. Dikkat edecek
olursak Gümülcine’deki bazı köylerin taşıdığı isimler,
Anadolu’dan getirilen boy veya oymakların isimleridir ki,
bunlara dayanarak bu bölgeye gelip buralarını Türkleştiren
Türklerin Anadolu’nun neresinden geldiğini kolayca
anlayabiliriz. Bu göç hareketlerinin tarihi kesin olarak
bilinmemekle beraber 15. ve 16.yüzyıllarda Hıristiyanların
azınlıkta kaldıkları görülmektedir. 16.yüzyılda yazılmış Tahrir
defterlerine ve yukarıda değindiğimiz Edirne Muradiye İmareti
vakıf kaynaklarındaki kayıtlara göre, Gümülcine‘ye bağlı
köylerden bazıları şöyle anılmaktadır: Uysallı, Ballahor,
Yahyabeyli, Doğanca, Karacaoğlan, Menetler, Çekirdekli, Akpınar,
Karakocalı, Boyatlar, Karagözlü, Hacılar, Söğütlü, Darıderesi,
Elmalu, Hallaç Deresi. Bu köy isimleri,bugün Anadolu’nun pek çok
köyüyle aynı adları taşımaktadır.
Bu şekilde Gümülcine havalisi tımar sistemi ile pek çok küçük
arazi parçalarına bölündüğü ve tımar sahipleri tarafından imâr
edilerek meskûn bir hale sokulduğu gibi, sadece siyasi bakımdan
değil, toplumsal bakımdan da türkleştirilmiştir.
Gümülcine’nin Önemi
Gümülcine’nin Türk tarihinde önem kazanması, Avrupada’ki
Türk sınırlarının bu kasabaya doğru gerilemesi ve istilâ
ordularının bölgeyi tehdit etmesiyle başlamıştır. Bu tarihlerde Gümülcine sanayi bakımından gelişmiş bir yerdi. Demir madeni
işletilmekteydi. Burada çalışan halk 1762 tarihli bir kararla
vergi yükümlülüklerinden muaf tutulmuştu. İlk Rus istilâsından
kurtarılan Edirne, 1830’da beş sancaklı bir vilâyet haline
getirildiğinde, Gümülcine de yine kaza olarak Edirne Vilâyetinin
Filibe Sancağı’na bağlandı.
1876-1877 Osmanlı-Rus Savaşında, Süleyman Paşa komutasındaki
ordu, Gümülcine’ye çekilerek tutunabilmişti. Savaştan sonra
Ruslar, Gümülcine dahil, bir çok Türk toprağını Bulgaristan’a
bırakma önerisinde bulundularsa da, Berlin ve Ayastefanos
Kongreleri sonunda Gümülcine Osmanlılarda kaldı ve 1789’da
yeniden teşkilatlandırılarak Edirne Vilâyetine bağlı birinci
sınıf bir sancak haline kondu. Bundan sonra Osmanlı hükümeti, Gümülcine’yi kalkındırmak için türlü girişimlerde bulundu.
Balkan Savaşı sırasında 22-23 Ekim 1912’de Kırcaali-Edirne
savaşında Osmanlı ordusunun yenilmesi üzerine, Doğu Trakya ve
Makedonya arasındaki bağlantıyı kurmakla görevli Ali Yaver
Paşa’nın Fere yöresinde Bulgarlara teslim olmasıyla, Gümülcine’de 551 yıl süren Türk hakimiyeti son buldu.
Balkan Savaşı Sırasında Gümülcine
Balkan Savaşı sırasında Bulgarlar, işgal
ettikleri diğer Türk topraklarında olduğu gibi, Gümülcine ve
çevresinde de yerli Türk halkına karşı katliamlar tertipleyerek
hunharca mezalim icra ediyorlar ve masum halkı çoluk-çocuk,
kadın-erkek demeden inim inim inleterek bu suretle Osmanlıdan öç
almaya çalışıyorlardı. Bulgar Çarlık ordusunun kurmay subayları
da sivil elbise altında bu tür seri cinayetler işliyordu (Gümülcine
yakınında Kavaklıdere katliamı, Durhasanlar’daki
cinayet,Karatepe katliamı gibi). Edirne 23 Temmuz 1913’te Türk
akıncı birlikleri tarafından geri alındı.
Edirne kurtarıldıktan sonra, Hurşit Paşa’nın, Kuşcubaşı Eşref
ile Süleyman Askeri beyler komutasında Bulgar işgalinde kalan
Türk topraklarına gönderdiği akıncı birlikleri, Ortaköy, Koşukavak, Mestanlı ve Kırcaali’yi ele geçirdikleri gibi,
bölgenin merkezi olan Gümülcine’ye de 31 Ağustos 1913’te
girdiler. Burada hemen Garbî Trakya Geçici Hükümeti’ni kurarak
başına Müderris Hafız Salih Efendi’yi getirdiler. Ancak bu
gelişme, İstanbul ve Sofya’da olumsuz tepkilerle karşılandı.
İstanbul hükümeti Kuşcubaşı Eşref ile Süleyman Askeri beyleri
geri çağırdı. Bunun üzerine onlar da 25.9.1913’te Batı Trakya
yönetiminin bağımsızlığını ilân ettiler. Bulgarların Ege
Denizi’ne inmesini istemeyen Yunanistan, Batı Trakya hükümetini
destekleyerek para ve silah yardımında bulundu. Başkenti Gümülcine olan bu yeni Türk devletinin bayrağı, beyaz, yeşil,
siyah renkli zemin üzerinde ay-yıldızdan oluşuyordu. Ancak bu
konudaki olumsuz tutumunu sürdüren Bâb-ı Âli, özellikle Enver
Paşa’nın hastalanmasından yararlanan Cavit Bey ve Cemal Paşa,
Batı Trakya’yı Gümülcine ile birlikte Bulgaristan’a bıraktı.
Birinci Dünya Savaşı sonunda Gümülcine’yi Bulgarlardan alan
Fransızlar, (çeşitli entrikalar sonucu) Yunanistan’a verdiler. Gümülcine 14.5.1919’da Yunan hakimiyetine geçtikten sonra Komotini adını aldı. Ama bu adlandırma hemen olmadı. 1925 yılına
ait resmi evraklarda kentin adı, Rumca harflerle ‘Gümülcine’
olarak geçiyordu. Öyle anlaşılıyor ki, Gümülcine’nin Komotini
olarak adlandırılması daha sonraki yıllarda
gerçekleştirilmiştir.
...